Bilmem kaçıncı kez Milli Eğitim Bakanı’nın değiştiği ve sürekli eğitim düzenlemelerinin yapıldığı bir ülkedeyiz. Sistemin adını değiştirip küçük değişiklikleri büyük bir reform olarak göstererek bir yere varamıyoruz. Başarısız onca sisteme rağmen yeni isimlerle yola devam ediyoruz.
Türkiye’de eğitim sisteminin sorunlu olmadığını söyleyebilecek kimse yoktur. Başlıca sorunlar denilince, istikrarsızlık, öğretmen kalitesi, eğitim anlayışı ve eğitim programı, sınav odaklı ezbere dayalı eğitim, yetersiz altyapı ve donanım, öğretmen eğitimi ve işe alım prosedürleri, eğitime erişim, rehberlik, ideolojik yaklaşım, uzman denetiminden yararlanamama, finansman, eğitimde fırsat eşitliği gibi başlıca sorunlar sayılabilir. Tabi bu listeyi uzatmakta mümkün. Sürekli istikrardan bahsediyoruz, istikrar elbette önemli Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, hemen hemen her seçim döneminde istikrar argümanını kullanıyor ve başarıyor. İstikrar bu kadar önemliyken son 25 yılda 10’dan fazla Milli Eğitim Bakanı gördük. Bu istikrarsızlıkta göreve gelen hükümetlerin Milli Eğitim Bakanlığı içerisinde kadrolaşma çabaları ve adam kayırmacılık gibi siyasetten kaynaklanan diğer sorunları beraberinde getiriyor.
Geldiğimiz noktada özellikle 4+4+4 sistemi ile çıraklık bitti, mesleki eleman yetişmiyor. Durum şimdiden böyleyse 10 yıl, 20 yıl sonrası tablo çok korkunç görünüyor. Suriyeliler giderse sanayi biter, inşaat sektörü biter, Afganlar giderse çoban bulamayız gibi sözler duyuyoruz. Biz niye duvar ustası yetiştiremiyoruz, niye saniyelerde çırak yok. Herkes mi doktor, mühendis, avukat, hakim, savcı olmak zorunda. Kaldı ki eğitimin kalifiyesiz hale gelmesi ve üniversitelerin artmasıyla mezun işsizler çoğaldı.
Eğitimin sonucuna gelelim, insanlar bin bir emeklilerle çocuklarını okutuyorlar. Kimi özel okula gönderiyor, kimi şartları zorluyor ek ders aldırıyor. Nihayetinde bu çocuk bir üniversiteden veya meslek yüksek okulundan mezun oluyor. Sonra, fizyoterapist sekreter, tıbbi dokümantasyon mezunu garson, çocuk gelişim mezunu zincir marketlerde kasiyer oluyor.
Asgari ücret tanım olarak, bir işçinin bir ay boyunca tam zamanlı çalışması karşılığında alabileceği en düşük ücret miktarını ifade eder. Yani sabah gelip dükkanı açan, akşama kadar bekleyip dükkanı kapatıp giden hiçbir donanımı olmayan kişinin kanunen alması gereken bedel asgari ücrettir. İnsanlar yıllarca okuyorlar avukat, mühendis, mimar oluyor, mezun olduktan sonra atanmayı deniyor, olmayınca özel sektörde iş aramaya başlıyor ve büyük bir bölümü asgari ücretle işe başlıyor.
Masa sallanıyor ama bütün ayaklarında sorun var, örneğin “Hukuk fakültelerinden mezun olan ve dört yıllık eğitimlerinin ardından avukatlık stajı yapabilmeye hak kazanmak için yapılan Hukuk Mesleklerine Giriş Sınavı sonuçları hukuk fakültelerinin geldiği durumu bir kez daha gözler önüne serdi. Sınava 9 bin 142 aday katıldı, adaylardan yüzde 42,67'si başarı sağlayarak yüzde 70 puanını geçebildi. İdari Yargı Ön Sınavı sonuçları ise daha kötü, 1228 adayın sadece 1,2'si başarı sağlayabildi. Hukuk mesleğine girişte elenenlerin oranı yüzde 57, idari yargıda ise yüzde 98'den daha fazla.” Demek ki üniversite yapmak yetmiyormuş.
İktidar bu konuda tıkandı, muhalefetten hiçbir konuda olmadığı gibi bu konuda da çözüm olacak, can suyu bir proje gelmiyor. Bir an evvel liyakate önem verilmeli, konunun bütün paydaşlarının fikri alınarak (sivil toplum kuruluşları, öğretmenler, akademisyenler, meslek kuruluşları ve velilerin) bu sorun çözülmeli. Eğitime standart getirilmeli, mesleki gelişime önem verilmeli, çocukların ilgi alanları ve yetenekleri göz önüne alınarak askerlik çağına gelmesi beklenmeden gerekli rehberlik yapılmalı, fakültelerde kontenjan düşürülmeli, herkesin üniversite mezunu olmasından ziyade kalifiye olmasına önem verilmeli ve en önemlisi liyakatin önemi herkes tarafından anlaşılmalı ve uygulanmalı. Liyakatsiz yöneticiler geleceği çürütüyor.