Modern dünyada yasalar, insan hakları, özgürlükler ve mülkiyet haklarını koruma iddiasındadır. Peki, yasalar her zaman adaleti, hakkaniyeti ve vicdanı tam olarak yansıtır mı? Bir mahkemeden beraat eden herkes gerçekten suçsuz mudur? Bir ihaleyi kazanan herkes hakkaniyetli midir?
Bugün, yasal olan ile helal olan arasındaki uçurum giderek büyüyor. Kapitalist düzen, bireysel kazançları maksimuma çıkarmayı başarı sayarken; ahlak, vicdan ve toplumsal sorumluluk giderek göz ardı ediliyor. Oysa bir medeniyeti ayakta tutan sadece ekonomi değil, adalet duygusudur.
İflas eden bir komşunun evi, icra yoluyla satışa çıkarılıyor. Siz de gidip açık artırmadan bu evi piyasa değerinin yarısına alıyorsunuz. Hukuken her şey doğru. Ama vicdanen rahat olabilir misiniz? Oysa belki de bu insanın evini piyasa değerine yakın bir fiyata satın alarak onun borcunun büyük kısmını kapatmasına yardımcı olabilirsiniz. Evi değerinin çok altında almak yasal olabilir, ama helal midir?
Bir müteahhit, yasal izinleri alarak yüksek katlı binalar yapıyor. Şehrin siluetini, güneşini ve yeşil alanlarını yok ediyor. Belediye ruhsatı verdiği için her şey yasal. Ama vicdana ve toplumsal adalete uygun mu?
Bir ilaç şirketi, yeni ve daha etkili bir tedavi yöntemi geliştiren bir rakip firmasının patentini satın alıp bu buluşu rafa kaldırıyor. Ticari karar yasal. Ama milyonlarca insanın daha iyi bir tedaviye erişmesini engellemek helal mi?
Bir belediye, belli kural çerçevesinde harcaması gereken nakit kaynaklarını, belediye şirketlerine aktararak hem sayıştay denetiminden çıkarıyor hem de daha rahat harcayabiliyor. Kural olarak yasal. Ama şeffaf ve denetlenebilir olması gereken kaynakların bu şekilde kullanılması vicdani mi?
Büyük bir iş insanı, siyasi bağlantılarını kullanarak veya kanuni boşluklardan faydalanarak vergi ödemekten kaçınabilir. Kağıt üstünde suçsuzdur. Ama bu ülkenin yollarını, okullarını, hastanelerini kim finanse edecek?
Bugün bu ülkede güçsüzseniz sesiniz çıkmaz. Kimseniz yoksa hakkınızı aramanız lüks sayılır. Ama birilerinin yakınıysanız, sırtınızı dayayacak bir gücünüz varsa, kapılar ardına kadar açılır.
Milyon dolarlık holdinglerin vergi borçları silinirken, köylünün traktörüne haciz gelir.
Bir siyasetçinin yakını torpille işe girerken, yıllarca çalışan bir genç işsiz kalır.
Zengin bir iş adamı teşvik alırken, küçük esnaf kepenk kapatır.
Bu düzenin adaletle, hukukla ilgisi var mı? Birinin güçlü olması, onu haklı yapmaz. Ama güçlüler hep haklıdır.
Yasaların verdiği haklardan feragat etmek, bazen bir insanlık borcudur. Sadece haklarını arayan değil, başkasının hakkını da gözeten bir toplum inşa etmeliyiz. İnsanı insan yapan, sadece kanunlara uygun hareket etmek değil, vicdanın ve ahlakın süzgecinden geçen davranışlar sergilemektir.
Bugün dünya, sadece hukukun üstünlüğüne değil, vicdanın da üstünlüğüne ihtiyaç duymaktadır. Çünkü helali gözetmeyen yasalar, zamanla güveni ve toplumsal barışı da aşındırır. Eğer adil bir gelecek kurmak istiyorsak, yasal olanı değil, helal olanı merkeze alan bir anlayışı yaygınlaştırmalıyız.
Bugün bir fabrikatör çevreyi kirlettiğinde, insanlar onu eleştirmek yerine “adam iş yapıyor” diyorsa,
Bugün bir siyasetçi haksız kazanç elde ettiğinde, insanlar “çalıyor ama çalışıyor” diyorsa,
Bugün bir işveren işçisini sömürdüğünde, insanlar “güçlü olan kazanır” diyorsa,
Bu anlayış değişmeden, bu ülke düzelmez.