Belirli bir ırkın diğerine üstün ya da daha aşağı olduğu inancına dayanan ırkçılık tarih boyunca çeşitli şekillerde değişime uğrayarak ne yazikki varlığını sürdürmüş ve sürdürmeye devam etmektedir.
Irkçılığın çok boyutlu yıkıcı etkileri vardır. Örneğin yalnızca Nazi ırkçılığı bile daha önce eşi benzeri görülmemiş çapta bir katliama yol açmıştır.
Son zamanlarda değişime uğrayan ırkçılık özellikle de beyaz ırkın doğası gereği diğer ırklardan üstün olduğunu düşünen Avrupalıların bu ırkçı tutumu 1945 sonrasında hem bilimsel hem de ahlaken asılsız ve çirkin bulunmaya başlanmıştır.
Yapılan bir çok araştırma göstermiştir ki ırkçılık bir psikolojik hastalık belirtisidir. Psikolojik bütünlük, öz-saygı ve içsel güvenlik eksikliğine işaret eder. Dengeli bir benlik ve güçlü bir içsel güvenlik duygusuna sahip olan, psikolojik olarak sağlıklı insanlar benlik duygularını bir grup kimliği aracılığıyla kuvvetlendirme ihtiyacı duymadıkları için ırkçı değillerdir.
Geleneksel ırkçılık sönüp gidiyor olsa da dünyada kültürel ırkçılık yükselişe geçmeye başlamıştır. Yani artık genlerin niteliğinden değil işlevsiz alt kültürlerden bahsediliyor.
Biyolojik ırkçılıktan kültürel ırkçılığa geçiş yalnızca teknik bir dil değişikliği değil, iyi ve kötü sonuçları olan kapsamlı bir değişikliktir. Kültür biyolojiden daha kolay şekillendirilebiliyorken bu sebepten dolayı da asimile olmaya daha fazla zorlanabilir ve daha sert eşleştirilere maruz kalabilirler.
Her kültürün başkalarını kabul etme ve hoşgörü ölçüsü farklıdır. Esasında hiçbir kültür birbirinden üstün değildir ve insanlar yaşadıkları coğrafya gereği değişik şekillerde düşünüp davranabilirler, önemli olan tüm bu çeşitlilikleri göz önünde bulundurarak bir başkasının özgürlük alanını işgal etmeyen, zarar vermeyen tüm inanç ve göreneklere eşit değer atfetmektir.
Sonuç olarak kültür önemlidir ama insanlar kişisel geçmişleri doğrultusunda da şekillenirler ve bireyler genel de istatistiksel kalıpları yıkarlar.